İnsanoğlu, ister fert olarak ele alınsın ister sosyal gruplar olarak, övülmeyi, pohpohlanmayı pek sever. Gerçek manada “insan-ı kamil” olan, olma yolunda ilerleyen de bundan kaçınır. Kaçınır, çünkü bu hal nefsin tam da istediği şeydir ve olanla yetinmemenin, daha iyiyi/güzeli arama gayretinin, mükemmele doğru yeni adımlar atmanın önündeki en büyük engellerden biridir. Ve her insan, yaşı ve konumu ne olursa olsun hayatının her döneminde istişare etme, uyarılma, yol gösterilme ihtiyacını duyar, duymalıdır.

Ne var ki iyi niyete dayalı, isabetli, isabetli olduğu kadar da usulünce, kırıp dökmeden eleştirme ve yapılan eleştiriye tahammül gösterip bundan pay ve ‘kâr’ çıkarma kültürünü geliştirebilmiş bir toplum olabildiğimizi söylemek de pek mümkün değil.

Hatta bazan şunu düşünürüm; mantıklı, tutarlı, hasbi bir eleştiri ortalama bir akla sahip olan ve -bu da yetmez- bu aklını doğru kullanan biri için bulunmaz bir nimettir. Hep söylenir ya, “akıllı insan hatalarından ders alır, daha da akıllı olan başkalarının hatasından da ders alır”; eleştiriye de bu açıdan bakılırsa pekala başkalarından aldığımız bir tür “gönüllü danışmanlık hizmeti” haline geliverir. Elverir ki, başta değinildiği gibi, iyi niyet çerçevesini aşmasın ve incitici olmasın.

Bu çerçevede bendeniz de ‘içeriden ve dışarıdan’ bir Maraşlı olarak gözüme takılan bazı hususlara ilgili ve yetkililerin dikkatlerini çekebilmek umuduyla işaret etmek isterim. Bu meyanda uzun yıllardan beri dikkatimi çeken bir eksikliği bu yazımda paylaşmak istiyorum.

Onyıllardır ortalama yılda bir kez İstanbul-K.Maraş arasında seyahat ederim. Ankara üzerinden karayolu ile Maraş’a gelirken Kayseri çıkışında yol tabelaları vardır. Herkesin bildiği gibi Maraş’a ayrılan yol aynı zamanda Malatya’ya da gidilen yoldur. Maraş Kayser’nin komşusu olan bir ildir ama Malatya değildir, Maraş’tan sonra gelir. Gel görelim ki bu yol ayırımındaki tabelada ‘Malatya’ ibaresi yer alır, Maraş’ın esamisi bile yoktur, ta ki bir sonraki merkez olan Pınarbaşı ilçesindeki yol ayırımına kadar. İlk farkettiğimden bugüne köprüler, altlarından çok suların aktığına şahit oldu, ben de bu durumun değişmediğine.. Ne zaman buralara yolum düşse hep şu düşünce aklımdan geçmiştir: “Bu memleket bu kadar sahipsiz olmamalı!”

Kendi memleketime ‘dışarıdan biri’ olarak baktığımda azımsanmayacak ölçüde güzellikleri ve hatırı sayılır potansiyeli olduğunu elbette görüyorum. Fakat aslolan bütün bunları potansiyel olmaktan çıkarıp değer üreten dinamikler haline getirmek, sürekli kılmaktır. Moda tabirle ilimizi ‘marka şehir’ haline getirmek için ayrıntılardan dev adımlara kadar bir dizi iyileştirmeler, yenilikler, tanıtımlar v.d. yapmak gerekir. Dışarıdan gelecek birini, daha yolda iken tereddütte bırakan yahut yolunu şaşırtan durumları bertaraf etmeden bu mümkün mü? Elbette mümkün değil. Dolayısıyla gereksiz ayrıntı görerek, küçümseyerek bu gibi hallere kayıtsız kalmanın bizi bir yere götürmeyeceği açıktır.

Umarım, yukarıda bahsettiğim ve en son bir buçuk ay önce gördüğüm tabela/yönlendirme eksiği -varsa şehre diğer istikametlerden girilen yollar da irdelenerek- bir an önce düzeltilir de sıra daha önemli meselelerimizi konuşmaya gelir.