TÜRKİYE’nin dünyaya açılan penceresi İstanbul…
Ticaretin merkezi İstanbul…
“Siyasetin kıblesi” İstanbul, çünkü İstanbul’da birinci parti olamayan partiler Türkiye’de iktidar olamıyor!
Neticede şairin de dediği gibi “o cânım İstanbul” yerel yönetim anlamında da adeta bir “mega köy” görünümünde.
Yıllardan bu yana seçim dönemlerinde verilen vaatler, nedense bir türlü yerine getirilemiyor.
Elbette hiç kimsenin elinde bir “sihirli değnek” falan yok, zira bunu da zaten beklemiyoruz.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, insani yönleri son derece güçlü, iyi niyetli, dürüst ve gecesini gündüzünü İstanbul’a veriyor, bundan kuşkumuz da yok aslında…
Ama olmuyor işte.
Çöp problemi her yerde ayrı bir rezalet…
Gecekondulaşma her yerde ayrı bir sefalet…
Su dersen, sabah kalktığımızda yüzümüzü yıkarken bile her an aklımızda ki, “acaba bitecek mi?” korkumuz var…
Her yağmur yağdığında “acaba hangi semtte afetler olacak?” korkumuz hiç bitmiyor!
Kar yağdığında ise ticarette durma noktasına geliyor, çünkü gidecek yol bulamıyoruz.
Ve…
Ve elbette en önemlisi de “trafik problemi”
Bu tam bir felaket…
Bu tam bir mega kentin yüz karası…
Bu problem insanımızı, hepimizi bir parça psikopatlaştırıyor.
Çileden çıkarıyor.
Her an herkes “birbiri ile kavga etmeye hazır” gibi bir ruh haline giriveriyor.
Peki İstanbullunun kaderi mi bunların hepsi?
Eksik olan ne İstanbul’da?
SAYIN BAŞBAKANIMIZ İSTANBUL’A MELİH BAŞKAN LAZIM
BÜTÜN bunların cevabını bulmadan bir de başkent Ankara’dan bir iki örnek verelim…
En önemli problemden…
Trafikten…
Örneğin bindiniz otomobilinize İstanbul’dan Ankara’ya gittiniz…
Kente girdikten sonra sayamayacağınız kadar kavşak, alt geçit, üst geçit her yeri hem de hiç trafik ışıkları görmeden, durmadan, bir kere bile ayağınız frene gitmeden geçiyorsunuz, Ulus’a kadar giriyorsunuz…
Ulus’ta bir kırmızı ışık var. O ışığı geçip Örneğin Çankaya’ya kadar çıkacaksınız…
Hiç dert etmeyin… Alt geçitler, üst geçitler hem de hiç sıkışmadan strese girmeden geçip gideceğiniz yere ulaşıyorsunuz.
“Trafikte az mı araç var acaba” diye bakarsınız ama İstanbul’dan aşağı olmadığını görürsünüz ancak hiçbir problem olmamasına bir İstanbullu olarak şaşarsınız.
Veya Ankara’ya uçakla gittiniz.
Esenboğa’dan kent merkezine gidiyorsunuz… “Aman Allahım” dedirtecek şekilde her yer gecekondudan arınmış ultra lüks bir kent halini almış o yol kenarları.
Parklar, bahçeler, göletler…
Yemyeşil bir Ankara…
Ankara’ya çok değil ayda bir gitseniz bile her gidişinizde kentte “belediyecilik hizmetleri” anlamında bir değişiklik görmeniz mümkün.
Hem de ‘Çölaşanvari’ engellemelere, sabotelere rağmen bu kent belediye hizmetleri açısından ihya olmuş durumda…
“Acaba” diyoruz… “Acaba biz bu kentte yaşamadığımız için mi bize güzel geliyor her şey” diyoruz…
Ankara’da yaşayan CHP’lisinden MHP’lisine bütün dostlara soruyoruz… Aldığımız yanıta elbette şaşırmıyoruz:
“Abicim” diyorlar, “biz seçimlerde oyumuzu kendi partilerimize veririz ama belediye seçiminde gider Melih’e atarız oyumuzu…” şeklinde konuşuyorlar.
Şimdi yeniden dönelim İstanbul’a…
Velhasıl kelâm bizim neyimiz eksikmiş?
Arkadaşlar İstanbul olarak bizde “Melih Gökçek” yok yahu…
Acaba Başbakanımız Tayyip bey bir dönem Melih Gökçek başkanı İstanbul’a veremez mi?
Ne dersiniz, yoksa bir “Melih Gökçek İstanbul’a” kampanyası yapalım mı?