İnsanın kendi kabiliyetlerini köreltmek gibi bir ‘kabiliyeti’ de var. Kimi insanlar çevrenin de etkisiyle -çoğu zaman farkında olmadan- kendi kendine olumsuz telkinlerde bulunur; “şunu yapamam”, “bunu zaten beceremem” v.s. gibi. Ya da etraftan duyduğu; “sen o işin altından kalkamazsın”, “onun başaracağını aklım kesmiyor” gibisinden hariçten gazellerle üç kuruşluk ‘motivasyonu’, özgüveni varsa o da daha doğmadan ölür.
Çevremizde, bu tür marazi yaklaşımlarla kabiliyeti köreltilmiş pek çok insan olduğu gibi bunun tam tersi olan başka bir marazi yaklaşımla, yapabileceği şeyler kendisi veya başkaları tarafından haddinden fazla abartılarak “gaza getirilmiş” ve bunun sonucu olarak da üstlendiği yükün altında ezilmiş örnekler de çok.
Bu girişten sonra sözü kendi haline bırakalım; bakalım nereye varacak!.
Büyüklük bizde kalır mı?..
Malum, Kahramanmaraş başka bazı illerle birlikte büyükşehir statüsüne alındı. Bu kararla birlikte şehrimizde idari, siyasi, ekonomik v.s. alanlarda yeni yapılanmalar ve bir hayli de değişiklikler olacak. Bunları erbabına bırakıp asıl üstünde durmak istediğim ve önemsediğim konuyu dikkatlere sunmaya çalışayım.
Bu yeni durum, ister istemez hemşehriler bakımından bir takım beklentileri de beraberinde getirecektir. Bu beklentileri, eskilerin tabiriyle ve içinde çok şey barındıran “şehrin makus talihinin yenilmesi” ifadesiyle özetlemek mümkündür. Bu ifadenin içerik detaylarına başka yazılarda gireriz. Evet, makus talihimizi yenelim, bu şehri kendi içinde, bölgesinde, ülke çapında ve hatta dünyada “hakettiği” konuma taşıyalım; ama nasıl?!
Öncelikle gerçekçi bir durum tespiti yapalım…
Bu şehir halihazır durumda, coğrafi konumu, iklimi, doğal varlıkları, “stratejik” ürünleri, yetişmiş insan gücü, sermaye birikimi v.s. bakımından, sahip olduğu değerler itibariyle hakettiği, olması gereken konumda mıdır? Bence HAYIR!..
O halde şimdiye kadar bu neden sağlanamadı? Neyi eksik, neyi yanlış yaptık? Hangi fırsatları kaçırdık?
Bu ve benzer soruları, bağcı dövmek değil de üzüm yemek edasıyla ve samimiyetle sorup, -işimize gelse de gelmese de- doğru cevapları bularak, bu doğrultuda alınacak isabetli kararları hayata geçirmek üzere dirayetle yolumuza devam etmek, beklediğimiz sonucu alabilmemiz için elzemdir, kaçınılmazdır, ‘olmazsa olmaz’ların en başta gelenidir. Yerli yersiz “ede”lenmelerle, anlamsız sızlanmalarla, kendi önümüze yuvarladığımız kütüklerle gelebildiğimiz yer ortadadır. Demek ki yolunda gitmeyen bir şeyler var ve bu minvalde devam edersek varacağımız yeri tahmin etmek de hiç zor değil.
Evet, büyükşehir olmak bu yolda önemli bir fırsattır, ama yalnızca bir FIRSAT. O kadar!.. Gerisi bize kalmış.
Peki bu fırsatı gerektiği gibi değerlendirmek suretiyle “makus talihi yenerek” bu şehri olması gereken noktaya getirmemiz mümkün olabilir mi? Evet, bal gibi de olur!
Nasıl olur; inançla, özgüvenle, aklın ve ahlakın önderliğinde el-ele, omuz omuza verip taş üstüne taş koymak ve bunu sürekli hale getirmekle olur. Gerçekçi olmamız gereken ikinci husus; durum tespitinden sonra öncelikle bunu bilmemiz, özümsememiz elzemdir, kaçınılmazdır, ‘olmazsa olmaz’ların başında gelir. Bu kararlılığa, gerekiyorsa (fikrimce gereklidir) zihniyet değiştirmeyi, ezberlerimizin bozulmasını göze alabilmek de dahildir. Hasıl-ı kelam;
Bal gibi şeyler yapmak için arı gibi çalışmak gerek. Ne buyurmuştu Hz. Yunus:
“Görmez misin sen aruyu herbir çiçekten bal ider / Sinek ile pervânenin yuvasında bal olmaya”
Yukarısı Gedik Aşağısı Taş
Arıcılar iyi bilir; arılar bal üretimine doğrudan veya dolaylı olarak katkısı olmayan hiç bir şeyi kovan içinde barındırmaz, derhal kovandan uzaklaştırırlar. Hatta kendi hemcinslerini bile… İlginç değil mi!Lâ teşbih velâ temsil…