Aksu Nehri’nin dili olsa, “Beni bu hale getirenlerin Allah bin türlü belasını versin” der...

Vallahi de der, billahi de der, tallahi de der...

Haklı çünkü...

Çünkü söyletiyorlar...

Ve çünkü söylemek zorunda bırakıyorlar.

Kimler yapıyor bunu?

Malum şahıslar...

Yani konunun muhatapları...

Konunun muhatapları, böylesine önem arz eden meselede kendilerine düşen görev ve sorumluluk bilinci ile hareket etmiyor, edemiyor...

“Bana ne” diyor...

Diyebiliyor.

Kahramanmaraş’ın “olmazsa olmaz” değerlerinden biri olan Aksu Nehri olayında “eyyamcı tavırlar sergilemek” Kahramanmaraş’a yapılan en büyük ihanettir bence...

Aksu, akıyor...

Daha doğrusu akmaya çabalıyor...

Çabalarında muvaffak olur da, akacak alan bulur ise gideceği yere gitmek istiyor Aksu...

— Gitsin...

— Önünü kesen mi var?

— Akmasına mani olan var da bizler mi engel oluyoruz? Denilebilir...

Bu anlayış ve bu mantık Aksu Nehri’ne yarar değil, zarar verir...

Dahası bitirir.

Aksu akıyor...

Tamam, akıyor da ne akıyor?

Bu noktada durmak, bu konuya odaklanmak gerekir...

Durabiliyor muyuz?

Duramıyoruz.

Odaklanma gibi bir niyetimiz var mı peki?

Hayır.

Hayır’ı “hıyar” gibi gören bazı hıyarlar yüzünden güzelim Aksu boklar dehlizlerinde sürüklenmek zorunda bırakılıyor...

Ne ararsanız, ne bulmak isterseniz mevcut Aksu Nehri’nde...

Hem de fazlasıyla.

Boş oturup boş konuşmaktan öte bir işe yaramayanlara göre bu konu abartılıyor ve farklı yönlere çekiliyor...

Onlara göre Aksu Nehri temiz...

Tertemiz...

Duru...

Durgun...

Durulmuş...

Hem AK, hem PAK.

“Yalancının...” Diyesim geliyor diyemiyorum... Çünkü anlamazlar... Çünkü algılayamazlar... Çünkü yüzleri cıncık ile sıyrılmış... Ne utanmaları kalmış, ne arlanmaları...

Her şeyi kıçından anlayan, aynı bölgeden yakalamaya alışmışlara ne yapsanız, ne etseniz boş çıkıyor...

Her daim KIÇ olmuşları BAŞ eylerseniz...

Olacağı budur.