Geçen hafta Türkiye ve Dünya ölçeğinde Maraş’ın havsalamda nasıl bir yeri olduğunu çok genel hatlarıyla mukayeseli olarak belirtmeye çalışmıştım. Büyük adam.. Büyük kurum.. Büyük Maraş.. Kulağa hoş geliyor. Peki ilk ikisini bir kenara bırakırsak Maraş açısından bu nasıl mümkün olur, gerçekleşmesinin şartları nedir? Kendi zaviyemden bakınca ne gördüğümü bizimle hiç ilgisi olmayan(!) uzak atıflarla dile getirmeye çalışayım..
Desem ki, herhangi bir mekanda nasıl oturduğumuzla gelişmemişliğimiz arasında bir ilişki var, kimse inanmayacak. Demeyeceğim..
Desem ki, çuvalda bulgur, derede su, ‘tuluk’ta yağ olması, şöyle miss gibi kokan, yüzü ışıl ışıl parlayan tereyağlı bir pilavın sofrada hazır bulunması için yeterli değildir; önce niyet, sonra biraz bilgi biraz iz’an gerekir, çokça da emek gerekir, pişse bile birazcık daha beklemeyi göze alıp demlemek gerekir.. Demeye ne hacet, bunu herkes bilir..
Desem ki, yürürken karşılaştığımız bir tanıdıkla ayaküstü sohbet ederken kaldırımın neresinde durduğumuz “köylü” mü “şehirli” mi olduğumuzu cümle aleme ilan eder, kime dersin ki!.
Desem ki, Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir; buna da gerek yok, üç gün sabredebilen zaten görecek. Boş iş yapacaksak Perşembelerin çetelesini tutmak bize yeter(!).
Desem ki, fotoğrafta poz verirken sergilediğimiz tavırlar ve vücut dilimiz, kullanmayı bilene zihin haritamızın anahtarını verir, “olur mu öyle şey!?” denecek. Demeyeceğim..
Desem ki, bir kere olsun pazara çıkarıp da revacının kaç kuruş olduğunu öğrenmeye yanaşmadığı halde kendi aklını yere göğe sığdıramayanın, çok sürmez bir gün ipliği pazara çıkar.. Şimdi durup dururken kimsenin aklına iş düşürmeyelim, demesem daha iyi..
Desem ki, Ağustos böceği ile karınca.. Hikaye karın doyurmaz ki!. Ondan da vazgeçtim.
Desem ki, söze başlarken tercih ettiğimiz ilk kelimeler, sözü bitirirken kullandığımız ifadeler, ve tabii ki tonlamalarımız kendimizi başkalarına karşı nerede konumlandırdığımızın beyanı gibidir.. Hadi burda da susayım bakalım!.
Deseler ki, üstünde oturduğu hazineden gafil olup da binbir sızlanma ile per-perişan yaşamaya devam eden bir topluluğa örnek gösterebilir misin?.. Bu kadar da zor soru sorulmaz ki birader!..
Desem ki, TÜİK verilerine göre Türkiye ceviz üretimindeki payları bakımından Maraş ikinci, Burdur otuzbirinci sırada iken, geçen hafta yediğim ceviz ezmesinin Burdur’un meşhur ürünü olduğunu duyduğumda “oğlum akıllı malı neylesin, oğlum deli malı neylesin” sözü aklıma geldi.. Atalarımız demiş zaten, bir de benim dememe ne gerek var!..
Desem ki, herşeyin en doğrusunu bildiğini sananların içine düştüğü vahâmeti ancak yanılıyor olabileceğini hiç akıldan çıkarmayanlar anlar.. Ama bunun bana bir faydası yok; demesem daha iyi..
Desem ki, standart dışı olmak, herkeste bulunmayan özelliklere sahip olmak çok işe yarayabilir, insanı herhangi bir yarışta bir anda öne çıkarabilir; ama eğer bu sıradışılıklar iyi yönetilmezse o insanı veya topluluğu sevimsiz bir ‘çıkıntı’ya da dönüştürebilir.. Aman! Cıss!.. Kimin nasıl anlayacağını bilemediğin sözlerden uzak dur, neyine lazım..
Desem ki, ‘iddia’ adı üstünde iddiadır, ‘temenni’ adı üstünde temennidir; başlangıçta laftan ibaret olan bu gemiler rüzgarla (imkanlar), kürekle-motorla (emek, gayret ve alınteri) ve de iyi idare edilen bir dümenle (yönetici akıl) desteklendiğinde ufuklara yelken açar, yürür gider, aksi takdirde lâf ü güzâf olarak kalır.. Ee, bunu bilmeyen mi var, lâf ü güzâfın sırası mı şimdi!.
Desem ki; İster Türkiye ölçeğinde düşünelim ister bâ-husus Maraş’ı ele alalım; yönetenler ve yönetilenler olarak iki taraftan biri ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ne istediğinin (iddia/temenni) ve nereye doğru gittiğinin veya gidemediğinin yeteri kadar idrakinde değilse bile geminin yürüdüğüne kendimizi inandırmamız hiç de zor olmaz. Neticede dalgalar gemiyi bir şekilde sallar durur ya da sağa sola bir miktar sürükler. Ama eğer mâlihülyâdan kafamızı kaldırıp etrafa baktığımızda diğer gemiler ufka doğru yol alırken bizim hala sahildeki kayalıklara doğru demir taramakta olduğumuzu görmek istemiyorsak henüz yapılması ve yapılmaması gereken şeyleri kavrayıp uygulamaya bir miktar şansımız var görünüyor. Ee, artık bu kadarını da demekten kaçınmayalım ki yazı boşa gitmesin değil mi!.
Hadi o zaman; Büyük Türkiye mi kuracağız, “Büyük Maraş” mı istiyoruz, ne yapacaksak boş laflarla şişirilmemiş ve bir iğne ucu dokunmasıyla patlamayacak değerler inşa etmek için kolları sıvayalım!.