Bıldır bu zamanlar Maraş Times okurlarıyla hasbihale başlamışız. Şura senin bura benim derken küçük bir yılı geride bırakmışız. Zannediyorum, yazılarımı takip edenlerin az bir kısmı beni şahsen de yakından tanıyan dostlarım, ahbaplarımdır. Yine az bir yekun tutan kısmı da şöyle böyle aşinalığımız olup hakkımda iyi-kötü bir fikri olanlardır. Geriye kalan ve çoğunluğu teşkil eden okuyucuların kim olduğumu merak ettiklerini farz ederek birkaç kelam etmek isterim.
Bir okuyucunun günün birinde, yazılarına istinaden hakkında kanaat edindiği yazarla tanışması vaki olduğunda göstereceği tepki üç türlü olabilir: Ya “yahu bu adam benim düşündüğümden daha okkalı imiş” der ve şaşırır, ya “yazılarında kendisini doğru aksettirmiş, okuduğum adamı karşımda buldum” der ve şaşırmaz, ya da “yazılarında şekillenen kalıbın adamı değilmiş” diyerek hayıflanır. Bu üçüncü gruptan olmamayı dilerim.
‘Profesyonel’ manada mesleğim Makine Mühendisliğidir. Çok geniş bir alanı olan bu mesleğin kısaca ‘Tesisat Mühendisliği’ olarak bilinen kulvarında her tür yapının mekanik tesisat tasarım işleriyle meşgul oldum, oluyorum. Yıllar içinde gerek yurtiçinde gerek yurtdışında besi çiftliğinden çeşitli endüstriyel yapılara kadar muhtelif projelerin çorbasına tuzumuz nasip oldu. Bunlar arasında benim için özel bir yeri olan Afşin-Elbistan Termik Santralinde bulunan özel amaçlı bir yapı da var.
Son yıllarda asıl işimin yanında yenilik odaklı, AR-GE çalışması gerektiren konularla da meşgulüm. Bunların arasında dünyada yankı uyandıracağına inandığım proje ve taslaklar da var, bahtları açılıp hayata geçirilebildiği takdirde haberdar olacaksınız muhakkak.
Nükteyi, söz sanatını, şiiri severim; divan şiirini daha çok severim. ‘Ama efendim sözlerinden bir şey anlamıyorum’ bahanesini geçersiz ve gereksiz bulurum. Müzik dinlemek için nota veya makam bilmek önşart olsaydı kulaklar paslı kalırdı. Müzik demişken; Türk Müziği başta olmak üzere halet-i ruhiyeme münasip düşen her tür müziğe kapım açıktır.
İnsanı severim, anlamaya çalışırım; zira anlayarak sevmek farklı bir lezzettir. Tasvip etmediğim davranışları bile anlamaya çalışırım; niçin öyle davranıldığını ve kişiyi öyle davranmaya iten sebepleri yahut zihin yapısını anlamak, insanın eline benzer durumlarda ne ile karşılaşabileceğini gösteren ciddi veriler verir. Tabii bütün bunların bir bedeli de vardır; ‘düşünmek bedava’ şeklinde hoş ama ‘boş’ bir laf varsa da gerçeği yansıtan bir söz değil. Gerçek şu ki; ahmaklığın, gamsızlığın, düşünmenin.. ilh. herşeyin kendine göre bir bedeli ve karşılığı vardır. Mühim olan sizin hangisine ait bedeli ödeyeceğinize dair tercihiniz yahut nasibinizdir.
Bir parçası olduğumuz ve acayip derecede karmaşık olan hayatın yine o derece hassas ‘ölçü’ ve ‘denge’ üzerine kurulu olduğuna inanırım. Dolayısıyla attığımız her adımın, söylediğimiz her sözün rastgelelikten uzak olmasına çalışmanın ve bir gerekçeye istinad ettirmenin o hayatın en önemli parçası olan insana yakışan tutum olduğunu düşünürüm. Hayatımızın ahenginin bu kadar bozulmasını dert ediyorsak bu hususu daha bir dikkatle düşünmemiz gerekir kanaatindeyim.
Hayvanları belli ölçüler dahilinde severim. Biraz iddialı olacak ama tabiatı, benim diyen ‘çevreci’den daha çok severim.
Gelelim siyasete.. Partiler ve ideolojiler beni pek sevmezler, ben de onlara bayıldığımı söyleyemem. Hiçbir şeyin, hakikati kendisine kurban etmeye değmeyeceğini düşünen ve böyle yaşamaya çalışan herkes başımın tacıdır. İnsana ve insanlığa faydalı olan ve adaleti öncelikle gözeten her iş ve davranış alkışlanmaya müstehaktır. Bu manada mesela, kendi yakınlarını hatta ana-babasını eleştirmekten geri durmayanların benimsedikleri, destek verdikleri liderlere/siyasilere toz kondurmamalarına şaşıyorum.
Memleket sevgisi ve diğer kutsallar bahsini açacaksak, slogana ve lafa kulaklarımı kapatıp ‘âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz’ düsturunca aynaya bakmayı tercih ederim. O ayna çoğu zaman sözü yalanlıyor maalesef. Bu konularda yanıltıcı hisler zaman zaman aklın önüne geçiyor ve mesela, bayrağımızı yeni hizmete giren çöp arabalarında tezyinat unsuru olarak kullanmak gibi nâhoş manzaralarla karşılaşabiliyoruz.
Tam aşka sıra gelmişti ki yer kalmadı.. Onun yerine kısa bir fıkrayla bağlayalım: Temel askerde iken babasından bir mektup alır. Mektubun hitamında bir cümle; “uşağum, zarfın içine para da koyacağıdum amma kapattuktan sonra aklıma celdu, kusura kalmayasun!”. |